Canalblog
Editer l'article Suivre ce blog Administration + Créer mon blog
Publicité
Bakis
Derniers commentaires
Newsletter
Bakis
16 juin 2007

Tutku ve Melankoli

    


Bugün Melankoli ile karşılaştım ilçenin çarşısında. Ona arkamı dönmüş Hüzünle beraber mağazaların vitrinine bakıyordum. Vitrinin camına yansıyan silüetinden habersiz, orada, karşı kaldırımda beni izliyordu. Heyecanlanıyordum ama laf olur, dedikodu çıkar diye dönüp bakamıyordum arkama. “Hadi” dedi Hüzün,”Özlem e gitmeliyiz daha, söz verdik” . Koluma girdi ve yürümeye başladık. Melankoli ne yapıyor merak ediyordum ama dönüp bakmaya cesaret edemiyordum ona. Tam bu sırada karşıdan gelen Merak’ı gördüm. Uzun bacakları ve seri adımlarıyla birkaç saniye içersinde yanımıza ulaştı ve” Oooo merhaba hanımlar” diye selamladı bizi. Hüzün’ün cevap vermeyeceğini bildiğimden (çünkü çok basit bulurdu Merak’ı) “Merhaba merak,nasılsın?” dedim ben. Çocukluğumdan beri çok sevimli bulurdum Merak’ı ve beraber büyümüştük neredeyse.”İyiyim” dedi ama gözleri ne bende ne de Hüzün’deydi. Arka tarafımıza ve karşı kaldırımda bir şeye dikkat kesilmişti. Bende fırsattan istifade edip Melankoli’yi görmek umuduyla dönüp baktım hemen aynı tarafa.”çok garip bir adam” dedi Merak, Melankoliye bakarak. Melankoli gazete bayiinin önünde gazetelere bakıyormuş gibi yapmaktaydı. “Kim?” diye anlamamış gibi sordum bende. Merak bize döndürdü o sırada bakışlarını “Nereye böyle iki güzel kadın” diye sordu.”Özlem’e” dedim. “Bir başka güzele yani” dedi gülümseyerek. Bende gülümsedim ama ağzıyla kuş tutsa memnun edemezdi Hüzün’ü ve Hüzün memnuniyetsizliğini gizleme gereği de duymuyordu zaten.”Ben sizi oyalamayım kızlar” dedi Merak. Zaten aklı karşı kaldırımdaki Melankoli de kalmıştı. Benimki de oradaydı. “Tamam, hoşça kal Merak” dedim, Hüzün de nezaketen gülümsedi ve Merak “haydi kızlar, size iyi eğlenceler” diyerek bir çırpıda karşı kaldırıma geçiverdi.

      Melankoli gazeteleri bırakmış dergilere bakmaktaydı. Merak gazete bayiinin yanında ki dükkan olan kasaba girdi. “Kolay gelsin Kaygı” dedi, etle uğraşan zayıf mı zayıf, genç mi yaşlı mı olduğu belli olmayan adama.”Sağol Merak nerelerdeydin?” dedi o tiz, sinir bozucu sesiyle Kaygı. Merak ne görüntüsüne ne sesine katlanabiliyordu Kaygı’nın ve onu görmemek adına vejeteryan olmak üzereydi neredeyse. “Çok yoğun çalışıyorum bu aralar” dedi,”malum sezon açılmak üzere “. Küçük bir balık restoranı vardı Merak’ın. “Fazla vaktini almadan bir soru sormak istiyorum” dedi Kaygı’ya.”Buyur” dedi Kaygı. “Şu gazetecinin önündeki adam kim biliyor musun?”. Kaygı eğilip baktı tezgahın üzerinden. Merak’ta dönüp baktı ama kimse yoktu. Gitmişti. Dönüp Merak’a baktı Kaygı. Merak onun bir şey söyleyip de kulak zarını titretmesini ve akabinde sinirlerini bozmasını beklemeden “gitmiş”dedi. “Ben çıkıp bir bakayım” ve koşar adımlara gerek kalmadan o meşhur uzun bacaklarıyla bir belki iki saniye içersinde attı kendini dükkanın dışına. Kaygı ne olduğunu anlamadı, hiçte umursamadı ve devam etti kuşbaşı etlerini doğramaya.

     Merak kaldırımda durup sağına, soluna ve karşı kaldırıma baktı. Yoktu ortada. Orada öylece dikilirken biri ona çarpıverdi. O heybetiyle pek etkilenmedi bu çarpışmadan Merak, zaten çarpanda minyon mu minyon olan Panik Hanım dı.”Kusura bakma Merak” dedi Panik Hanım.”İyisiniz ya” dedi Merak. “İyiyim iyiyim” dedi Panik Hanım.”Kız kardeşim Heyecan’a gidiyorum şimdi,10 dakika sonra kalkacak otobüs, acele etmem lazım.””Ben size yardım edeyim” dedi Merak.”Gerek yok” dedi Panik Hanım. Hep hızlı konuşan bir kadındı. Hep soluk soluğaydı. Gerçi bunlar ailecek biraz tuhaflardı. Kız kardeşi Heyecan da böyle hep acele acele hareket ederdi ama çokta güzel bir kızdı doğrusu. Merak bunları düşünürken Panik Hanım o küçük ama seri adımlarıyla çoktan uzaklaşmış ve Merak düşüncesinin sonuna geldiğinde onun otogara giden köşeyi döndüğünü görebilmişti sadece. Yeniden “o” geldi aklına. Sebebini anlayamıyordu ama ürkütmüştü onu bu adam. Daha önce de görmüştü ama kaybetmişti yine böyle nasıl olduğunu anlamadan.Tekrar etrafa bakındı. Göremediğinden emin olduktan sonra, düşüncelere dalıp hızlı adımlarla restoranına gitmeye koyuldu. Öyle kaptırmıştı ki kendini düşüncelerine, yanından geçerken çarpıp, neredeyse omzunu yerinden çıkartacağı Arzu’yu fark edemedi ve onun tok çığlığını duymadı bile. Arzu omzunu tutarak dönüp arkasından “orman adamı” diye bağırdı son olarak Merak’a. Merak öyle bir kaptırmıştı ki kendini yürümeye ve düşünmeye duymadığı gibi göz açıp kapayıncaya kadar çoktan uzaklaşmıştı bile Arzu’dan. Arzu istikametini bozmayıp omzunu tutarak yürümeye devam etti ve kasaba girdi. Arzu, Kaygı’nın platonik aşkıydı yıllardır ve onu görünce bir türlü engel olamadığı bir şekilde eli kolu titrerdi Kaygı’nın. Oysa iki çocuk babasıydı Kaygı. Bıkkınlık ve Öfke diye kendinden beter (çekilmezlik konusunda) iki oğlu vardı. Karısı birkaç yıl evvel ölmüş ve zavallı annesi Sevinç Hanım o iki canavara bakmakla görevlendirilmişti. Dünya iyisi bir kadındı. O çocuklar ve bu oğlu karısı ölüp de tamamen kendine kalmadan öncede çok güzel bir kadındı hatta. Şimdi iyice çökmüş ve birazda zamansız yaşlanmıştı. Bazılarının söylediğine göre de ince hastalığa yakalanmış ama bunu kimseye belli etmemeye çalışmaktaydı. “Kolay gelsin kasap efendi” dedi Arzu,”bir kilo kıyma alacaktım” omzunu ovuşturarak.

“Hayırdır Arzu Hanım” dedi kıymayı hazırlamaya başlarken Kaygı.”Şu balık restoranının sahibi olacak adam bana çarparak geçti yanımdan, kolum yerinden çıkıyordu neredeyse ama özür dilemeye bile tenezzül etmedi saygısız” dedi Arzu.”Merak’ı diyorsunuz siz” dedi Kaygı. Bu cümleler kaygının sesinden biraz uzun geldi ve sinirleri bozuldu Arzu’nun.” Evet, sanırım” dedi,”Adı her neyse artık”.” Bugün buraya da geldi” dedi Kaygı,”Garip bir hali vardı, birini sorup neredeyse kaçtı geri”. Arzu içinden “Adam haklıymış, kıymayı çabuk ver de bende kaçayım be adam” diye geçirdi ama en ufak bir mimik kıpırtısı oluşmadı yüzünde hissettiği rahatsızlığa dair. Bu sırada kıymayı uzattı Kaygı tutarını söyleyerek. Arzu hemen parayı verip çıktı dükkandan. Kaygı bir kelime daha etmediği için mutluydu Arzu. Kaygı ise çeşitli hülyalarla bakakaldı Arzu nun arkasından. Sadece onun değil birçok erkeğin rüyalarını süslüyordu Arzu ama ilerlemiş yaşına ve artık geçmeye başlayan güzelliğine rağmen reddediyordu evlenmeyi.

      Ben bütün bunlardan habersiz Hüzün ve Özlem’le, Özlemlerin tuhafiye dükkanında oturmaktaydım. Özlem gözleri içine çökmüş, soluk renkli, ona bakarken insanda acıma duygusu uyandıran bir kızdı. İyi bir kızdı ama ben bir türlü ısınamıyordum ona. Hüzün’le eski bir dostlukları olduğu için görüşüyordum çoğunlukla. Hüzün güzel, akıllı ve asil bir kızdı ve çok haz duyuyordum onla olmaktan. Bir iki saat kadar oturduk beraber. Dönen konuşmalara pek fazla katılmayıp gelirken gördüğüm Melankoli’yi düşünüyordum daha çok. Çok ilginç bir adamdı. Bir iki kere mektup yazıp göndermişti bana. Çok etkilenmiştim. Yazdıkları, yazısı, anlatışı hepsi ayrı ayrı güzeldi ama aramızdaki yaş farkından dolayı ona ümit veremeyeceğimi söylemiştim bende bir mektupla. Kimsenin haberi yoktu bu olaydan. Hüzün’e bile söylememiştim.

      Hava artık kararmaya başlamıştı ki, Hüzün’le veda edip ayrıldık Özlem’in yanından. Caddeye çıkıp da beni Özlem in yanından uzaklaştıran her adımı attığımda garip bir şekilde iyi hissetmeye başlardım kendimi, yine öyle olmuştu. Aklımda Melankoli vardı yine. Hüzün’e bundan bahsetmeye niyetlendim bir ara sonra vazgeçtim. Hüzün o güzel sesiyle güzel bir şarkı söylemekteydi yürürken, kendimi onun sesine bırakıp devam ettim yürümeye. Hüzün’ün evi benimkinden birkaç sokak önceydi ve gelmiştik bile. Bana tuhaf gelen bir şekilde yüzüme baktı vedalaşmadan önce ve “ sen olmasaydın, bende, şimdi tarif edemeyeceğim bir şeyler hep eksik kalırdı sanki” dedi. Gülümsedim ne demek istediğini tam olarak anlamadan. Sarılıp öptük birbirimizi ve “İyi geceler Tutku” deyip arkasını dönüp evinin olduğu sokağa girdi.

      Kısa bir süre baktım ardından ve kendimi toparlayıp yürümeye başladım evime doğru. Çok yorgun hissediyordum kendimi ve evimde loş ışık altında, biraz şarap yudumlayarak düşünmek istiyordum Melankoli’yi ve az evvel Hüzün’ün bana sarf ettiği sözcüklerin ne anlama geliyor olabileceğini.

      Merak evinde kitap okumaya çalışıyordu. Çalışıyordu çünkü bir türlü çıkaramıyordu o adamı aklından ve konsantre olamıyordu başka hiçbir şeye. Neden bu kadar çok takılmış olduğuna da anlam veremiyordu ona. Sadece kendisinin gördüğü bir hayalet gibiydi, sanki kimse tanımıyordu onu. Bu konuda, o adam hakkında konuşabileceği kimse yoktu. Tamda bunları düşünürken aklına Tutku geldi. Bugün çarşıda karşılaştıklarında Tutku da görmüştü onu. Gidip onunla konuşmaya karar verdi. Tutku adamı hatırlamasa bile en azından aklından geçenleri anlatabilirdi ona. Çocukluklarından beri arkadaşlardı zaten onla. Hemen ceketini giyip fırladı sokağa.

      Yolda yürürken gürültülü bir ses ilişti kulağına. Sesi silah sesine benzetse de pek ihtimal vermedi buna. Çok uzak olmayan bir yerlerden gelmişti çünkü ve orası sakin bir ilçeydi. Yinede içine tuhaf bir duygu birikti ve adımlarını hızlandırdı. Bir an önce Tutku’nun evine varmak istiyordu.

      Tutku’nun oturduğu sokağa girince bir ses daha duydu. Bu sefer emindi bu ses kesinlikle bir silahtan gelmeydi. Birden koşmaya başladı Merak, Tutku’nun evine doğru.Eve yetiştiğinde kapının aralık olduğunu gördü. Hemen itip içeri girdi ve loş ışıklı salonda, yerde uzun zamandır kim olduğunu anlamaya çalıştığı adamın kollarında göğsünden kanlar akarak yatan Tutku yu gördü. Adam titremekteydi. Elinde ki silahı fark etti Merak. Tam bunu fark ettiği anda adamın eli gevşedi ve silah yere düşüverdi. Titremesi de duruverdi. Merak onlara doğru yaklaştığında Tutkun nun üzerine yığılan adamın başından kan süzüldüğünü gördü. Bir an hareketsiz kaldı Merak bu iki ölünün başında. Ne olduğuna anlam veremiyordu. Birden göğsünde bir kasılma hissetti. Dizlerinin üzerine çökmek zorunda kaldı. Çok şiddetli bir sancı duyuyordu. Nefesi düzensizleşti ve iki ölünün yanına, yere yığıldı.

      İlçenin kütüphanesinin hem müdürü hem tek çalışanı olan Hafıza Hanım, sabah kahvesini ve sabah sigarasını içip gazete okumaktaydı. Her zaman işi başından aşkın olurdu Hafıza Hanım’ın bu yüzden sabah kahvesini içtiği zamanlar çok kıymetliydi onun için. Çok şekerli, bol telveli ve kaymaklı kahvesinden bir yudum alıp, sigarasından da bir nefes çektikten sonra gazetenin ilk sayfasını hızlıca geçip ikinci sayfaya geldi."Sır dolu üç ölü!" Diye bir manşet atılmıştı en üste. Şöyle bir süzdü haberi Hafıza Hanım. Ölen üç kişiyi de tanıyordu. Hepside kütüphane üyesiydiler. Başından vurulmuş olan adam son zamanlarda daha çok gelir olmuştu hatta kütüphaneye. Haberi okuyup bitirdi ve sayfanın altında başka bir haber daha ilişti gözüne.

“ Bir hayat kadını olan Mantık(28) Aşk Kıyısında ölü bulundu. Ölüm sebebini ne olduğu bulunamayan genç kadının vücudunda herhangi bir darp izine rastlanmadı.”

      Bu haberi okuduktan sonra gazeteyi itinayla katlayıp masanın üzerine koydu Hafıza Hanım çünkü sinirleri bozulmuştu. Ardından kahvesini hızlıca yudumlayıp yeni gelen kitapları yerleştirmeye koyuldu.

SEHER DURSUN

Publicité
Commentaires
Publicité
Archives
Publicité