Canalblog
Suivre ce blog Administration + Créer mon blog

Bakis

Derniers commentaires
Newsletter
Bakis
28 avril 2008

fıskiye ve futbol

DSC03910

İşte Cenevre'nin Euro-2008 futbol turnuvası için seçmiş olduğu sembol, güzel bir düşünce...

Publicité
28 avril 2008

Günün Fotografi

fareler

Bir Pazar gezisinden arda kalan bir kare...

20 avril 2008

Ellerimde çakıl taşları...

DSC03865

Ellerimde çakıl taşları,

Yüreğimde bahardan kalma bir deniz serinliği,

Bir çocuk kadar saf ve temiz, kumların sıcaklığında hayaller kurarım

Gel katıl sen de çocukluğuma                                                                                                      

Bahar bitmeden düşlere dalalım

Yoksa çürüyecek tazeliği oyuncaklarımın...

15 mars 2008

MÜYESSER TEYZE

Sen gideli bir yıldan fazla oldu Müyesser Teyze.

Bir yılda ne kadar çok şey değişti biliyor musun?

İnanamayacağın kadar hızlı ve dolu geçti sensiz ve bir o kadar senli bu zaman.

Birçok şey değişti, küçükler büyüdü, büyükler biraz daha yaşlandı, gençler biraz daha ergenlik psikolojisine kapıldı.

Fadıl eve döndü, hastayken en çok görmek istediğin küçüğün (son beşiğin), gittiğinde onu göremedin, son kez gözlerine bakamadın. O bilmiyordu elbette senin bizi terk ettiğini, çünkü ağır gelirdi anne acısı gurbette, bu yüzden de saklandı hep ondan senin yenik düştüğün o amansız hastalığa.

Ama bir çaresini buldular, Fadıl’ı eve getirtip teselli etmek gerekiyordu, çünkü her aradığında seni soruyordu.

Senin ağır hasta olduğu yalanını uydurduk, o geldi ve geldiğinde seni bulamadı, saklanmış bir gerçek gözyaşlarını yaladı, çaresiz eller başını okşadı, teselli edildi bir şekilde.

Sonra bir şeyler yolunda gitmemeye başladı senden sonra o evde. Tartışmalar oldu, Gülcan üzerine. Sanki fazlaydı artık ve babasına dönmesi gerekiyordu. Oysa onun için bu çok zor olacaktı, kendisinin bildiği evi, ağabeylerini, babasını ve en çok da senin emeğini bırakmak zor geliyordu ona.

Sen o evin direğiydin Müyesser Teyze, sen gittin düzen bozuldu, herkes kendi kafasına eseni yapmaya başladı.

Sonra sen varken seni sevenler, senden sonra erini evlendirme oyunları yaptılar, ‘bu kadar çabuk mu?’diyeceksin.

O kadar çabuk Müyesser Teyze, Adil Amcayı evlendirdiler, ama işin tuhaf yanı yeni teyzenin adının annenin adına benzerliği. Besra nene, senden sonra dayanamadı, en çok bir ay yaşadı ardından başını taşa verip gözlerini sonsuzluğa yumdu.

İşte Adil Amca’nın yeni eşinin adı Besra, bu kadar mı olur, bir tesadüf bu kadar mı tesadüf olur!

Biz de en az senin kadar şaşırdık Müyesser Teyze.

Fadıl sonunda döndü Müyesser Teyze, geldiğinde senin yerini almış birisi vardı evde, ona Besra’yı babasının eşi diye tanıttılar, Besra da ona bir abla edasıyla kucak açtı.

Hediye yeni bir bebek doğurdu, bu sefer ki bir kız çocuğu, Ali Fırat’ın kız kardeşi Fatma Nur. Onun adını babası koydu, düşüncelerine hitap ediyordu, Fatma Nur ismi. Eminim sen olsaydın sen de çok severdin bu ismi.

Ama neden Müyesser olmasındı!

Yani Müyesser Teyze, her şey değişti, evde bir kişi eksildi iki kişi arttı.

Bakıl halen evden uzak.

Bizi soracak olursan halen iki kişiyiz, iyiyiz.

İşte hayat bir şekilde devam ediyor, birileri eksilip birileri artıyor Müyesser Teyze.

Acılarla mutluluklar kardeş, ölümle yaşam dost, gelmelerle gitmeler sevgili…

Bu düzen böyle Müyesser teyze, böyle gelmiş böyle de gidecektir, bizim değiştirmeye gücümüzse asla yetmez.

13 Mart 2008

 

4 mars 2008

Böyle...

           Gecenin yarısıydı

Bir ambulans geçti

Bir köpek havladı ardından inlercesine

Sonra bir hayat öldü…

Sonra,

Sonra trafik vızıldamaya devam etti

Işıklar yandı söndü

pencerelerinde koca binaların,

Insanlar girip çıktı,

Girip çıktı…

Bu hayat hep böyleydi

Gelirken birileri

Göçerdi başkaları…

Bir can bir hayat

           Bir şehir, bir ülke

Bir kıta, bir dünya

Bir evren…

Sonrası sonsuzluk

Sen bir atomsun ey can, evrende!

Ne kadar küçük

                                               25 subat 2007

Publicité
15 octobre 2007

Pazar Yazisi

Ne yapsam acaba, diyorum yatağımın içinde Pazar sabahının izin verdiği sonsuz tembellikle. Pazar gevşekliktir, ne yapsan kârıdır deyimidir, biraz karanlıktır, çünkü panjurları açıp açmamakla verilecek karar epey sürer. Bir de evde çalışkan, son derece titiz biri olunca sabah erkenden kalkıp ders çalışabilirsin. Her ne kadar eşin sana Pazar özgürlüğünü tanımışsa da sen kendini ondan aşağı düşünmekten alıkoyamıyorsun. Mutfaktan salona yayılmış hafif sarı bir ışık var,  birileri ders çalışıyor, ben de yatağın bir ucundan diğerine serin bir köşe bulma çabasıyla yuvarlanıyorum.  Bu arada yatağın iki ucu arasında çok fazla bir mesafe yok, yatak iki kişilik olmak için daha çok çalışmalı.

Yerde uzun zamandan beridir okuyor olduğum bir Yaşar Kemal romanı var, İnce Memed’in Fransızca baskısı, (Memed le Mince, Yachar Kemal traduit par Guzine Dino). Kitabın çevirisi Güzin Dino tarafından 1961 yılında yapılmış yani oldukça eski bir kitap. Güzin Hanım özel isimleri bile Fransızcaya çevirecek kadar çok özenli bir şekilde çalışmış, fakat özel isimlerin çevirisini yapmak ne kadar doğru bilemiyorum, gerekli mi acaba diye soruyorum kendime. Bir gün mahalledeki alışveriş merkezinde dolaşırken bir kitap sergisinde satılmakta olan Yachar Kemal kitaplarına takıldı gözüm, doğrusu Yasar Kemal’i Cenevre’nin bir kitapçısında yanliz bırakmaya yüreğim dayanmazdı, derken hepsini aldım. Böylelikle bizim Anadolu deyimlerinin Fransızcaya çevrilince hangi gramer kurallarından geçtiğinin felsefesini yapıyordum üç yıllık hafif usta Fransızcamla.

Pazar günleri en köşeye ittiğim gündür, çünkü gerçekten ne yapacağımı en çok seçemediğim gündür. İlki çok fazla boş zamanım var, nasıl olsa var deyip de her şeyi ertelediğim zamandır. Yani yapmak istediklerimi asla yapamadığım bir gündür. İkincisi yanlız kaldığım bir gündür, çünkü eşim Pazarları gececidir yani çalışıyor deyim yerindeyse. Bazen yanlız kaldığımda çok fazla köşesi olmayan tek odalı evimizin hangi köşesinden nasıl korkunç bir ses duyacağım deyip kulaklarımı dört açarım. Hiç olmaza en az bir kez banyo ve mutfağı kolaçan ederim. Birileri var mı ?

Hiçbir zaman hiç kimse olmadı nihayetinde ve böylece ben de o asılsız korkularımı bir sonraki Pazara kaldırıyordum.

Ama ben yine de Pazar günlerinin tek çekici yönü olan bisiklet turlarını asla unutmayacağım, çünkü birazdan, yani güzel bir kahvaltıdan sonra tur yapabiliriz.

7 Ekim 2007

7 septembre 2007

Cesur savcılara Küçükarmutlu sorusu

Bahar aylarında Milliyet gazetesinde yayımlandı, yoksulluk üzerine bir yazı dizisi yapmıştım. İstanbul'un varoşlarındaki hayata bakmıştık hep beraber. "Ne kadar korkunç koşullarda yaşıyorlar, görün ve ağlaşın" demek için değil, "Yoksul insanlar hangi koşullarda ayakta kalıyorlar" demek için yazmıştım. Yazı dizisinin bir bölümü de Küçükarmutlu'ya ayrılmıştı. Başlığı "Boğaza ekmek banıp yiyoruz" idi:
"Evet, Boğaz'a bakıyoruz. Denize ekmek banıp banıp yiyoruz!" demişlerdi.
Dizinin o bölümünde sol varoşlarda lümpenleşmeye karşı verilen mücadele anlatılıyordu. Ve yoksulluk içinde yaşanan çatışmaların ne kadar boğaz boğaza olduğu, öyle olmak zorunda kaldığı...

'Halk mahkemesi'?
İşte bu yazı dizisinde Küçükarmutlulu Muammer Bey'le yaptığım bir konuşma bugün Muammer Bey'e karşı açılan ve ağır hapis cezası istenen davanın iddianamesine girmiş. Muammer Bey bana mahalle olarak hırsızlığa karşı örgütlendiklerini anlatmış ve örgüt üyeliği suçlamasını içeren iddianamede benim yazımda söyledikleri onun itirafı olarak geçirilmiş.
Muammer Bey bana mahallenin dokusunun bozulmaması için buraya yerleşmeye gelen insanlar arasından seçim yapıldığını söylemiş, bu da iddianamede benim yazım üzerinden isnat edilen suçların kabulü olarak değerlendirilmiş. Benim tırnak içinde "halk mahkemesi" olarak adlandırdığım durum onun kabulü sayılmış.

Ben korkak mıyım?
Korkak bir insan sayılmam. Yazı yazabilmek için Kuzey Irak dağlarında zifiri gecelerde kayboldum, Güney Lübnan'da patlamamış bombaların olduğu yollarda mecburiyetten mihmandarsız gittim, Latin Amerika'da başıma türlü tuhaflık geldi, vesaire. Ama ben yaşadığım şehirde, örneğin Çarşamba semtine giremedim. Çünkü bir gece zikir dağılırken geçtiğimiz Çarşamba semtinde içinde bulunduğum Milliyet'in arabasının etrafı karanlık kalabalık tarafından çevrildi, çember giderek daralırken oradan güç bela uzaklaştık.
İran, Irak, Venezüela'nın, Brezilya'nın, Hindistan'ın varoşları dahil dünyanın hiçbir yerinde saldırının bu kadar yakınlaştığını hissetmemiştim. Çarşamba'da ev satın almak istiyorsanız, kiracı olmak istiyorsanız nasıl bir seçime tabi tutulmanız gerektiğini bile soramadım onlara. Ama Fatih'te yaşayan arkadaşlarımın anlattıklarından, orada yaşamak zorunda kalan insanların nasıl bir denetime tabi tutulduğunu biliyorum. Kendi ceza sistemleri olduğunu da... Yani bir "halk mahkemesi" de orada var.

Devlet de mi korkuyor?
Şimdi gelelim meseleye:
Çarşamba hakkında benzer bir iddianame hazırlanamıyorsa Küçükarmutlu hakkında da hazırlanması hak mıdır? Eşit midir? Adil midir? Bu bir.
İkincisi, benim yazımdan iddianame yapanlar Çarşamba veya benzeri bir semt hakkında iddianame hazırlamak için benden yararlanamıyorlarsa bunun sebebi o semtte benzeri bir röportajı gerçekleştiremiyor olmamdır.
Benimle birlikte başına gelmeyen bela kalmayan foto muhabir arkadaşım Yurttaş'ın da bir erkek olmasına rağmen onlar gibi giyinip onlar gibi görünmediği için oraya girmekten çekindiğini de ekleyeyim. Yani sadece kadınlar değil, erkeklerin de girmekten korktuğu bir yerden söz ediyorum. Tamam biz korkuyoruz. Ama devlet de mi korkuyor? Küçükarmutlu'ya girmeye cesaret edenler niye aynı cesareti Çarşamba'ya gösteremiyor? Çarşamba'ya cesaret edemeyenler Küçükarmutlu'yu mu ezmeli?
Bu sorulara cevap verecek cesur savcıların söyleyeceklerini merakla bekliyorum.

Ece TEMELKURAN

6 septembre 2007

Gunun klibi

22 août 2007

RANTİYE’NİN ŞANTİYESİNDE BİR FESTİVAL

cuneytozdemirSevgili Romalılar, Bodrumlular, Türk ve Kürt kardeşlerim şu söylediğim Türkçe’yi anlamayan yabancı misfirlerimiz ...
Hepiniz, hoşgeldiniz!
Bugün karşınıza Akdenizin limanlarından birinden çıkıyoruz. Küçük bir şapelde unutulan akdeniz ruhunu canlandırmaya çabalıyoruz. Dünyanın önünde saygı ve ürkeklikle eğildiği ünlü denizkurdu Andrea Doria Akdenizin limanlarını tarif ederken 3 limandan bahseder. Kartaca, Haziran ve Temmuz. Yaklaşık 500 yıl sonra bir Ağustos ayında sanırım bu limanlardan birine Gümüşlüğü de gönül rahatlığı ile kaydedebiliriz.

Braudel, Akdeniz’i tarif ederken denizlerin birleştiği medeniyetin kaynağı olarak sunuyor o unutulmaz eserinde.
Zeytinin, buğdayın ve üzümün gerçek ve vazgeçilmez medeniyeti olarak tanımlıyor. Gönül ister ki günün birinde Akdenizi tarif ederken günün birinde henüz çok genç olan Gümüşlükteki klasik müzik notaları ile harlanan sanat ateşini de yazabilelim.

Bu festivalin ne kadar güçlükle hayata geçtiğini yakından takip eden biriyim. Festivali düzenleyen arkadaşlarımızın maddi manevi zorlukları nasıl aşmaya çalıştıklarını gördüm. Eren Levendoğlu günlerce İstanbul’da festivali hayata geçirmek için sponsor peşinde koşmak zorunda kaldı. Böylesine küçük bir festivale sponsor bulmak , destek bulmak hiç kolay olmadı. Şu yanıbaşımızdaki denizde bir zamanlar 500 kadırganın çarpıştığı Akdenizin gördüğü en büyük savaş olan inebahtı deniz savaşında karşı karşıya gelen 100 bin insanın yaşadıkları ile karşılaştırılamaz ama yine de çetin bir mücadeleydi.

Bugün selülit fotoğraflarıyla anılan bu sahil kasabası, eller havaya kültürünün “beach”e dönüşen ve birer beton mezarlığına doğru adım adım elimizden kayıp giden bodrum koyları bir dönemin gönüllü ya da gönülsüz sürgünlerine ev sahipliği yaptılar. Cevat şakir Kabaağaçlının, yani halikarnas balıkçısının açtığı yoldan pek çok gönüllü Bodrum sürgünü geldi. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Azra Erhat ve Mina Urgan, Murat Belge ya da adlarını burada sayamadığımız onlarca yüzlerce Türkiye aydını burayı Bodrum’u kendine bir ikinci ev bildi.
Buraya yazlık olarak değil bir yaşam biçimi olarak geldiler.
En az onlar kadar değerli sanatçıları da burayı evleri bildiler. Bugün Bodrum’dan bahsedip Zeki Müren’i anmazsak Türkiye’nin en farklı sanatçısının ruhu rahat etmez.
Bir zamanların minik sahil kasabası bugün maddi manevi koca bir talanla karşı karşıya.
Ne yazık ki rantiyenin en büyük şantiyesine dönüştü. Ne yazık ki teröristler değil rantistler ateşe veriyor ormanlarımızı. Bugün onlarca yüzlerce ağacın katledildiği yangın yerlerini dolaştığınızda her ne hikmetse en güzel ‘site’ yapılacak yerlerin ateşe verildiğini görüyorsunuz.
Bir yanda yangınlar, diğer yanda beton mezarlıkları andıran toplu yazlıklar.
Ve iki aylık sezonda Türk magazinin açık hava teşhir alanı koylar.

Tüm bu anlattığım rantiyenin karşısında, küçücük bir şapelin gölgesinde düzenlenen uluslurararası sanatçıların katıldığı Gümüşlük Klasik Müzik festivali can çekişmekte olan bir ruhun, anının son kerterezi. Bu festival “akdeniz hala akdenizlilerindir”in en somut ve en küçük göstergelerinden biri.

Bu festivalin ne anlama geldiğini sanırım aranızda bulunan ve adını anmaktan çekindiğim bir dostum varlığı ile anlatıyor. Kendisi Van’ın Erciş ilçesinden kalkıp Bodrum’a yerleşmiş ekmek peşinde koşan Kürt kökenli vatandaşlarımızdan biri. Geçen gün kendisini aradım “dersdeyim” dedi. “Ne dersindesin?” diye sordum, “Keman dersindeyim”dedi. İsmet İnönü 60’ında başlamıştı keman derlerine o ise orta yaşta böylesine güzel bir Akdeniz kasabasında onca işine gücüne rağmen keman dersleri alabiliyordu. Bugün bu festival seyesinde belki de hayatında hiç dinlemediği ve dinleyemeyeceği dünyaca ünlü sanatçıları burada bu şapelin gölgesinde canlı olarak dinleyecek.
Aranızda Bodrum’a gelen Ankaralılar , İstanbul’lular, Van’lılar ve ne dediğimi anlamayan yabancı arkadaşlarımız var.
Bodrum bir koyundan bir koyuna başka yaşam biçimleri sunabiliyor sonuçta.
Bütün bu sözlerimin ardından oradakileri “selülit dünyası” diye aşağılayan, burdakileri “klasik müzik dinliyorlar” diye daha üst düzeyde olumlayan bir tanımlama çıkarsa üzülürüm.
Hepimiz Türkiye’yiz bakın.
Onlar olmadan sizler, sizler olmadan onlar hep biraz eksik kalacak.
Gümüşlük Klasik Müzik Festivali 4. Yılında biraz da öteki Türkiye’yi beriki Türkiye ile birleştiriyor.
Kuşkusuz Bodrum eski Bodrum değil. Tıpkı Akdeniz’in eski Akdeniz olmadığı gibi.
Bu festival yalnız Bodrumlular için değil tüm Türkiye için de değerli ve Akdenizi Akdeniz yapan ruhun tescili.

Demokrasiler ve herşeyden öte toplumların önünü açan sanat yaşadığı sürece bir toplum içi kurumamış bir buğday tanesi olarak, bir zeytin ağacının asaletinde ve bir üzüm asmasının şehvetiyle akdenizde bizi kucaklayacak.
17 Ağustos’a kadar sürecek Gümüşlük Klasik Müzik festivaline ve Eklisia’ya hoşgeldiniz.

Cüneyt Ozdemir

20 août 2007

Styx- Boat on the river

Publicité
1 2 3 4 5 > >>
Publicité
Archives
Publicité